3: Odaklanma Problemi

Easy Turkish Podcast

www.easyturkish.fm

Bu bölümümüzde, son zamanlarda nasıl dikkat dağınıklığı yaşadığımızı, bu durumun hayatımızda yarattığı etkileri konuşuyoruz. "Artık bir türlü odaklanamıyorum" dediğimiz durumları inceliyor, bu durumla nasıl baş ederiz diye düşünüyoruz.

Interactive Transcript and Vocab Helper

Show Notes

Transcript

Intro

Müzik:
0:20 Emin:
Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in üçüncü bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Bu bölümümüzde ne hakkında konuşacağız Cihat?
0:29 Cihat:
Aslında bölümün konusu tam olarak da bu. "Ne üzerine konuşalım?" falan derken böyle konu seçmekte biraz zorlandık. "Ya şimdi bunun üstüne konuşmayalım bugün.", "Şu olmaz, bu olmaz." diye diye en sonunda böyle seçeneklerimizi tükettik gibi oldu. Sonra aklımıza şey geldi: Tam olarak bu durumdan bahsedelim istedik. Uzun zamandır böyle dikkatimizi toplamakta güçlük çektiğimizden ve bir şeye odaklanıp onu böyle tamamlama konusunda güçlük çektiğimizden bahsediyorduk. Zorlandığımızdan bahsediyorduk. Bu bölümün de konusu biraz da böyle dikkat dağınıklığı diyebiliriz. Çağımızın hastalığı derler ya.
1:04 Emin:
Kesinlikle ya. Şu anda zaten çevremizdeki her şey de ona endeksli durumda. Yani gerek YouTube videolarının süresi olsun, filmlerin, dizilerin süreleri olsun her şey buna doğru bir evrim geçirmiş durumda. Artık hiçbir şekilde uzun bir şey tutmuyor, her şey kısa olmak zorunda.
1:24 Cihat:
Evet, kesinlikle. Kısa içerikler tükettikçe, özellikle YouTube'dan bahsettin ya, kısa içerikler tükettikçe sana daha fazla kısa içerik önermeye başlıyor. Ben şu anda YouTube'da birer dakikalık videolar izliyorum, otuzar saniyelik. Hani YouTube bir TikTok veya Instagram'a dönüştü benim için. Kısa kısa videolar izliyorum. Çünkü mesela uzun bir video açarsam, uzundan kastım da çok uzun değil bu arada on dakika bile olur, hani yedi sekiz dakika. Atlıyorum yani videoyu. (Evet.) Böyle: "Anladım, anladım, anladım, anladım." diye diye bitirip hemen ya da bitirmeden bir sonraki videoya, ondan sonra başka bir şeye... Sürekli böyle bir şeyler yapıyorum, bir şeylere başlıyorum. Ve hiç sonunu getiremiyorum gibi gelmeye başladı.
2:02 Emin:
Mesela o çok sevdiğin içerik üreticisi, normalde üç dakika, beş dakika videolar üretiyor, sen de bunu severek izliyorsun. On dakikalık bir video üretse, o çok sevdiğin kişi bile, onu bile izlemeye tahammülün olmuyor bazen.
2:15 Cihat:
Evet, kesinlikle. Ve bu durum biraz böyle haddini aşarak şu noktaya ulaştı: Artık film de izlemiyorum. Ki ben çok film izleyen birisiydim. Yıllarımı böyle film izleyerek geçirdim. Şimdi gerçekten 1.5 saat, 2 saat boyunca o filmi oturup başından sonuna izleyemiyorum. Artık uyumak için izlediğim bir şey benim film yani. Açıyorum uyumadan önce, uykum geliyor. Yarım saatinde, bir saatinde gözümü kapatıyorum. Böyle güzelim filmleri kendime zehir etmeye başladım. Biraz heba ettim daha doğrusu.
2:43 Emin:
Ama filmler de artık ona ayak uydurmaya başladı. Yani eskisi gibi böyle 3 saat, 3.5 saat süren filmler çok fazla çıkmıyor. Yani uzun dediğin filmler iki saat, iki saat yirmi dakika falan oluyor.
2:55 Cihat:
Haklısın ama şeyi düşünsene: Mesela ben bu anıyı anımsıyorum. Seninle beraber, yılın hangi yıl olduğunu hatırlamıyorum, Interstellar'ı izlemeye gittik sinemada. İzledik. Bakırköy'de bir sinemada gittik, izledik. Filmden çıktık, sonra dedik ki "Biz bunu bir daha izleyelim." ve bir daha izledik mesela. (Aynen.) Hani altı saat ediyor o ikisi toplam. (Evet.) Çarpı iki yaptığımız için. Şimdi imkanı yok bunu yapamam mesela.
3:15 Emin:
Aynen ve hiç sıkıldığımı dahi hatırlamıyorum ikincisini izlediğimde de.
3:20 Cihat:
Evet. Filmin muhteşem bir film olmasının yanı sıra ben dikkatimi artık o kadar uzun süre bir şeyde toplayamıyorum. Belki sinemada gerçi durum daha farklı olabilir. Orada çünkü, orada olmak da zorundasın. (Aynen, bir aktivite.) Yatağımda ya da koltuğumda değilim. Evet, hani orada ona katılım gösterdiğim için onu çıkarırım büyük ihtimalle. Sinemaya gidince de sıkılıp bunalmıyorum günün sonunda da... Evde otururken açıp izleyemem mesela artık. Çok uzun geliyor. Telefonuma bakmaya başlıyorum bir noktadan sonra. (Aynen öyle.) Telefona bakınca zaten odak bir kere şaştı mı, ona mesaj at, buna bilmem nesine yanıt ver, ona fotoğraf at, buna komik bir "meme" yolla falan derken zaten hani film de çöp oluyor. O yüzden mesela ses olsun diye bir şeyler izlemeye başladım. Simpsons izliyorum son zamanlarda. Ama izliyorum yalan oldu, açık duruyor. Orada televizyonda, bilgisayarımda. Ben de hayatıma devam ediyorum. Gelip bakıyorum "Aa, Homer komik bir şeyler söyledi." falan. Diye hayatıma devam ödüyorum yani.
4:15 Emin:
Mesela bu durum bende şuna sebebiyet veriyor artık: Oturup, odaklanıp izleyemeyeceğim için Better Call Saul'u izlemiyorum. Çünkü odaklanmam lazım. Bütün detayları yakalamam lazım. O şekilde izlemem gereken bir dizi varsa artık izlemeyi erteliyorum sürekli. Neden? (Biraz yazık etmeyeyim diye falan mı?) Şu anda mesela senin dediğin gibi işte, ikinci monitörümden sürekli bir ses olsun diye bir şeyler açık. Ya da daha önceden izlediğim bir şey mesela. Ya da dediğin gibi basit bir şey. Herhangi bir saniyesinde yakaladıktan sonra da beni içine çekebilecek bir şey olsun istiyorum. Öyle olunca bazı yapımları izleyemiyorsun sürekli. Hatta dediğin gibi işte Interstellar izliyorduk seninle lisedeyken beraber. O döneme bir atıf yapacağım. Mesela lisede biz sekiz saat derse giriyorduk. Hani bunu nasıl yapıyorduk? Bunu nasıl sıkıntıdan patlamadan yaptık dört sene boyunca? Tabii ki mecburiyet var işin içerisinde ama... Şu anda düşünüyorum, o beni çok boğuyor o düşünce. Nasıl odaklanmışız yani?
5:16 Cihat:
Telefon da yok. (Evet.) O dönem telefon da yoktu. Birincisi akıllı telefonlar bu kadar yaygın değildi. İkincisi zaten yasaktı. (Evet.) Kullanamıyordun da mesela. Oturup gerçekten ya da... Dersi dinlemiyor olsan dahi, kötü bir şey söylediğimin bilincindeyim de, düşüncelere falan dalıyordum. Artık öyle bir durumum da yok. Düşüncelere de dalmıyorum. (Evet.) Sürekli bir şeyler tüketiyorum. Sürekli başka bir şey tüketir oldum yani. Ve çok ilginç bir tespit yaptım geçen gün kendim hakkında. İnsanlığın tüketim alışkanlığı böyle seçmeye doğru gidiyor gibi bir algı var ya... Şey gibi... Netflix gibi platformların, Disney+ gibi platformların varlığıyla artık hani ne izleyeceğine sen karar veriyorsun. YouTube, TikTok hepsi buna dahil yani. Hani artık bunun karar vericisi sensin. Takip ettiklerini izlersin. Ve bu insanlığın tüketim alışkanlığıdır deniyor ya artık modern insan için... Ben artık tam tersi yöne doğru gittim. Biri bu tercihi yapsın, daha okeyim. Shuffle abi. Basacağım karıştır tuşuna, rastgele bir şeyler... Yani müzikte bile yıllarca aynı şarkıları dinlemiş biriyim. Sevdiğim bir şarkıyı ben 155.000 kere dinlerim yani. Listeler yaparım. Beş tane şarkı belirlerim arasından, giderim onları dinlerim. Eskiden, en azından şarkı keşfederdim, böyle o kataloğu genişletirdim. Şimdi şarkı keşfetmekmiş, liste yapmakmış falanmış filanmış hepsini saldım. Günlük karışık listelerimi açıyorum. Rastgele bir şekilde onlar çalıyor. Benim fon müziğim gibi, hayatıma devam ediyorum. Şarkıların artık ismine bile bakmıyorum yani. Bildiğin fon müziği oluverdi. Ben şeyim: televizyon izleyicisi olmaya doğru gidiyorum yavaş yavaş. Beklentimin aksine.
6:46 Emin:
Hayatta artık o kısma doğru evriliyoruz yani. Mesela ben uzun yola çıkarken, uzun yol şarkı playlisti hazırlamak, şarkı listesi hazırlamak en keyifli şeylerden biriydi. Şu anda diyorum ki: Beğendiğim şarkılar arasından bir şey çıksın rastgele, eğer dinlemek istemiyorsam 'geç'e basarım yani. Çünkü uğraşmak istemiyorum. Senin dediğin gibi. Ona vakit ayırıp, ona kendimi adayıp öyle bir şey hazırlamak istemiyorum. Nasıl bir şeye evrildik gerçekten ben de anlamakta güçlük çekiyorum bazen.
7:17 Cihat:
Kesinlikle öyle. Mesela arabaya bindiğimde Bluetooth'a bağlardım. İlk böyle hani dururduk birkaç dakika mesela. Motoru çalıştırırdım, dururdum. Telefonumdan ilk yolculuk şarkımı falan seçerdim. Artık radyocuyum. Açıyorum Radyo Eksen'i falan... Çalsın bir şeyler. Çünkü bana verdirecekse o kararı ben geçeceğim şarkıyı yani. Bir otuz saniye dinleyeceğim, bundan alacağımı aldım diyeceğim, sevdiğim de bir şarkıysa mesela.. Aa bunun bu kısmı güzeldi ya da o kısmı bekleyeceğim güzel kısmını mesela. Birinci dakika, ikinci dakika falan... Oraya geldikten sonra tamam işte. Bir sonraki falan tuşuna basacağım. Sonraki şarkıyı tüketeceğim.
7:51 Emin:
Sana daha üşengeç bir hâl söyleyeyim. Tabii radyo olayı kapışır bununla ama... Mesela biniyorum arabaya, telefondan bir şarkı dinlemek istiyorum ama telefonu bildirim köşesinden, sağ üstten sürükleyip Bluetooth'u açmak çok üşendirici geliyor bazen. Hani hiç açmadan direkt telefon hoparlöründen dinlediğim oluyor arabada.
8:12 Cihat:
Yani mantıksız... Yani ne diyeyim bilemedim. Yorum bile yapamadım. O kadar gülmek istiyorum ki buna. Arabanın ses sistemini kullanmaman çok absürt abi. Kulaklık taksan okey olacaktım mesela. Anladın mı? Kulaklık takıp dinlesen tamam diyecektim.
8:30 Emin:
Ama şimdi kulaklık takınca çevre etkenlerine karşı biraz daha duyarsız hale geliyorsun ya... Araba sürerken riskli.
8:35 Cihat:
Hani insanların canını tehlikeye atmanı bile meşrulaştırdım az önce. (O kadar.) Ama bu yaptığını garip buldum. Yoksa evet... Konumuz zaten bu tam olarak yani. O yüzden şaşırdım.
8:47 Emin:
Tabii ki iki saatlik yolculukta Bluetooth'u üşenmem bağlarım da... Bahsettiğim atıyorum: beş dakika, on dakika bir yere gideceğim. Ama o süreyi de yine bir şey tüketerek gitmek istiyorsun. O zaman bazen böyle Bluetooth'u bağlamaya üşendiğim oluyor. Bilmiyorum ben... Acaba bizim çağımızla alakalı? Bizim yaşımızla alakalı? Çünkü önceden böyle değildi. Hiçbir şeyden bu kadar kolay sıkılmıyorduk, üşenmiyorduk. Ne oldu böyle?
9:11 Cihat:
Ben anlayamıyorum. Mesela şey demeyeceğim şimdi: Ben çok kitap okurdum. Sinemaya ilgili olduğum kadar çok kitap okumadım yani. Film izlediğim kadar çok kitap okumamışımdır bugüne dek ama... En azından okuduğum, yani başladığım kitapların bir kısmını bitirirdim. Artık o da yok yani. (Evet.) Zaten kitap okuma alışkanlığım şeye doğru gitti: Roman okumaktansa, kurgu okumaktansa daha çok kurgu olmayan şeyler okumaya doğru kaydım üniversiteden itibaren. Onların da ellinci sayfasında, yüzüncü sayfasında bırakıyorum bir köşeye. Bir daha asla gitmiyorum. Şey gibi geliyor, geri de başlayamam gibi geliyor. (Evet. O bitti artık.) Artık bıraktım ya bir yerde, koptum oradan. Başka bir şey tüketmeliyim. Başka bir şeye doğru yeltenmeliyim gibi. Mesela pandemi dönemi bana bu konuda çok yardımcı olmuştu, bunun aksinde kendimi geliştirmem konusunda. Pandemi döneminde eve döndüğümde, ailemin yanına dönmüştüm Trabzon'a. Oradayken çok uzun bir vaktim vardı ve evdeydim. Ne yapsam? Ne yapsam? O zaman ben zaten podcast dinlemeye başladım. O zaman tekrardan biraz daha kitap okumaya, film izlemeye başladım mesela. Şey diye düşünüyordum: Tamam artık. Benim alışkanlıklarım biraz değişmeye başladı. Bu yeni alışkanlığımda ben artık sevdiğim şeyleri takip edebiliyorum ve bitirebiliyorum. Bir hobi, bir alışkanlık edindiğimde devamını getirebiliyorum diyordum. Ne zaman ki 2021 oldu. İstanbul'a falan döndüm. Bir şeyler oluverdi falan. Tekrar kendi hayatıma geri döndüm. Gene koptuk gittik yani. Çok zor bir şey değil aslında. Sen de diyorsun ya "Ne oldu bize?" diye. Bu sahip olduğumuz imkanlarla ilgili olduğunu düşünüyorum birazcık şimdi. Benim elimin altında telefon var. Ve ben günümün gerçekten önemli bir kısmını telefonla geçiriyorum. Konuşarak ya da mesajlaşarak değil sadece. Her şeyin arasında ona bakıyorum yani. Bir balkona çıktığımda ona bakıyorum. Salonda uzanırken ona bakıyorum. Arkadaşlarımla otururken, muhabbet bir anda biter ya hani, birkaç dakika sessizlik olur. Alıyorum telefonumu elime, Twitter'a, Instagram'a falan bakıyorum mesela. Boş da duramıyorum. (Kesinlikle.) Hemen yeni bir şey. Hemen yeni bir şey.
11:07 Emin:
Mesela bir kitabın ön sözünde güzel bir söz okumuştum. İnsan telefon icat edilmeden önce boş kaldığında ne yapıyor? Hemen mesela oturduğu yerde ayaklarını sallamaya başlıyor. Aslında düşünmek için kendine fırsat vermemektir bu aslında. Ben beynimin bir şeyle meşgul etmeliyim. Çünkü eğer bir şeyler düşünürsem güzel şeyler düşünmeyeceğim. Şu an günümüzde o boş kaldığında ayak sallama değil de işte cep telefonundan bir şeyler karıştırma, bir şeyler kurcalama.. Çünkü beyni sürekli meşgul etmek istiyorsun. Demek ki günlük hayattaki o stresinden uzaklaşmak istiyorsun. Onu düşünmek istemiyorsun, onunla yüzleşmek istemiyorsun diye yorumluyorum ben. Bilmiyorum ne kadar hak veriyorsun?
11:48 Cihat:
Buna ben de katılıyorum. Uyarıcı bağımlılığı diye özetlerim bunu ben kendi kendime. Bir uyarıcı arıyoruz sürekli be mesela dedim ya "Bir şeylere başlamakta ve sonunu getirmekte güçlük çekiyorum." diye. Bu her şey için her zaman geçerli değil. Bazı dönemlerimde de, daha geçen hafta oldu mesela, The Bear diye bir dizi varmış, yakın zamanda çıkmış anladığım kadarıyla. İlk sezonu yayınlanmış. Ya da mini dizi gibi mi olacak bilmiyorum. Sekiz ya da dokuz bölümdü. Yirmişer, yirmi beşer dakikaydı. Oturdum bir akşamda bitirdim mesela. Ama acelem var yani. Başladım ya, salmadım da onu. O gece lak lak lak, izleye izleye... İşte sabah oldu zaten bir anda bitiriverdim. Tamam tükettim onu şu an mesela Bear hakkında bile düşünmüyorum. Onu zamana yaysam, güzel güzel izlesem, üzerine düşünsem, kafa yorsam da yok. Hemen başını sonunu gördüm. Benim için o bitti artık. O defteri kapadık, alacağımı aldım. Hiçbir şey bu arada aldığım şey. Çok güzel bir dizi ama zihnimi hiç oraya kanalize etmediğim için bitiverdi benim içim. Diziyi aldım. Ben bunu izledim mi? İzledim. Görüntüleri gördüm. Müzikleri dinledim. Karakterlerini, oyunculuklarını beğendiğim oyuncuların. Süper. Hayatıma devam ediyorum şimdi. Acelem var, koşuyorum. Bir şeye yetişeceğim yani.
12:54 Emin:
Çok acil, başka bir içerik tüketmem lazım.
12:57 Cihat:
Evet, yani başka bir şey tüketmem lazım. Onu da tüketme konsa gönüllü değilim. Tüm konu da buna bağlanıyor zaten günün sonunda. (Evet.) Zaten bu konuşmalardan da anlaşılabildiği gibi bu da dağınık mesela. Bu da dağıldı. Çünkü bir konudan başladı. Hop başka bir konuya. Ondan başka bir şeye. Bak aslında bu da vardı, şu da vardı. Hiç uzun zamandır gerçekten aynı konu üzerine saatlerce düşünemiyorum. Çok zorlanıyorum.
13:19 Emin:
Mesela şu anda önemli bir yaptığımda, yapmam gereken bir yaptığımda da sürekli aralar verme ihtiyacı hissediyorum. Yani oturuyorum mesela, bir saatlik işim var benim. Ben bunu bölebildiğim kadar çok bölmek istiyorum. Böldüğümde de yine mesela başka bir yapıyorum ama bölmem gerekiyor gibi hissediyorum. Ve kendimi öyle daha verimli hissediyorum. Neden böyle?
13:40 Cihat:
Bu bir şeydir ama. Araya girdim ama... Bu bir şey zaten... İnsanların daha verimli ve efektif olmak için... Hani tekniklerden bahsediliyor ya, belki rastlamışsındır. Ben bununla alakalı birkaç şey okumuştum. O işte söylediğin gibi, yapman gereken işi parçalara ayırmak, ya da yirmi beş dakikalık otuz dakikalık bloklar halinde yapmanın daha verimli olduğunu söylüyorlar. Çünkü ilk oturduğun, ilk başladığın anda çok verimlisin. Ama sonra verimliliğin düşüyor. O an da o işi bırakıp başka bir şeyle uğraşmayı çok verimli buluyorlar. "Başarılı insanların 100 sırrı" falan gibi şeylerde görmüştüm ben de.
14:15 Emin:
Sorumluluklarımı çok şükür şu ana kadar ihmal etmedim. Etmiyorum da ama. Genelde bir sona bırakma durumu da var mesela. Sende de oluyor mu bu? Yaparken bir şeyleri, en baştan böyle ferah ferah yaparak değil de biraz daha sona bırakıp çok daha seri bir şekilde halletme durumu.
14:34 Cihat:
Tabii canım. O erteleme şeydir ya zaten... Bu bir kişilik özelliği gibi bir şey galiba. Ben bunun böyle yüksek lisansını, doktorasını falan yaptığımı düşünüyorum şahsen. Olabildiği kadar... Sistematik çalışmayı çok seven bir insan olmama rağmen, hani bir şeyin planlı programlı olması beni çok mutlu ediyor içten içe. Ama kontrolün bende olduğu durumlarda genel olarak, tek hesap soracak kişi bensem kendime, ertelemeyi tercih ettiğim çok oluyor.
14:59 Emin:
Şey mi? "Procrastinate" mi deniyordu İngilizcede?
15:02 Cihat:
Evet, evet. O erteleme alışkanlığı. Daha sonra yaparım hissi. Ya da yarın başlarım. Mesela şey gibi: Önümüzdeki ay spora başlayacağım. Bu lafı daha bugün söyledim mesela. Daha bugün kuzenim bendeydi.
15:11 Emin:
Niye önümüzdeki ay?
15:13 Cihat:
Çünkü önümüzdeki ay taşınacağım. Yeni bir başlangıç. Tebdil-i mekanda ferahlık vardır. Ferah bir yer. Hayatımın yeni dönemi falan diye görüyorum böyle. Kitabımızda yeni bir sayfa açıyoruz falan diye kodladım. Oysaki yani şurada spor salonu var okulumun, bedava. Okulun yanında yaşıyorum. Niye gitmedim bu akşam? Çünkü önümüzdeki ay başlayacağım. Artık ona ikna da ettim kendimi. Hiç problem yok.
15:39 Emin:
Bir de şey rahatlığı var ya: O bir ay boyunca çok rahatsın. Çünkü ben o tarihte başlayacağım artık. Hiçbir şekilde sorumlu değilim. Vicdan azabı çekemem ve istediğim her şeyi yapabilirim spora gitmek dışında.
15:52 Cihat:
Zaten sorun o zaten. Ertelemek işin yüzde yetmişi olsun, tehlikeli bir yüzde otuz kısım var. O da kendini ikna etmek. "Evet ya ben bunu ertelemeliyim." diye bir mantık oturtuyorsun. Bitti o anda zaten. Kimse seni vazgeçiremez de yani. Evet o zaman, haftanın deyimine geçelim.
16:16 Emin:
Evet, bu bölümümüzün deyimi ya da sözü: "Dikkat kesilmek" deyimi. Dikkat kesilmek, bütün dikkatini bir şey üzerinde toplamak demek. Bunu da mesela bir cümle üzerinde kullanacak olursak: Ne söyleyecek diye dikkat kesilmiştik. Yani bütün dikkatini onun üzerine toplamıştın. Bunu günlük hayatında çok sık kullanıyor musun Cihat? "Dikkat kesilmek" sözünü.
16:42 Cihat:
Yok kullanamıyorum. Çünkü kullanabilsem olumsuz halini kullanırım. Dikkat kesilemiyorum derim ama bu daha çok o şekilde kullanılmıyor. Hani negatif hâli çok kullanılan bir şey değil. (Evet.) O hâliyle çok kullanılmıyor ama bu cümleyi genel olarak yazılı olarak okursun bence. İşte "Emin bir şeye dikkat kesildi." gibi böyle bir cümle gözümün önünde canlandı yani. Özellikle kitaplarda çok rastlanabilecek bir şey.
17:03 Emin:
Evet kitaplarda, aynen. O zaman olumsuzunu örnek içinde kullanabilir misin? Mesela "dikkatini toplayamamak" gibi bir şey.
17:12 Cihat:
Son zamanlarda dikkatimi hiç toplayamıyorum. Bu da benim her gün kahve içerken, dışarıda bir şeyler yaparken, arkadaşlarımla telefondayken, ailemle konuşurken söylediğim bir şey mesela. Dikkat toplamak da var böyle hani, bir araya getirmek. Çok güzel bir deyim değil mi aslında dikkat toplamak?
17:26 Emin:
Evet, aynen. Sanki böyle biriktirilebilen, üst üste koyulabilen bir şeymiş gibi. Dikkat toplamak ya da dikkatini toplayamamak.
17:33 Cihat:
Ama tam olarak öyle bir şey aslında düşününce. Hakikaten toplaman gerek. Böyle gayret de bazen istiyor yani.
17:36 Emin:
Evet, aynen öyle. Hatta böyle odaklanmak diye bir tek bir sözcükle de dile getirebiliyorsun ya.
17:46 Cihat:
Aynen.
17:54 Emin:
Evet, o zaman şarkı kısmına geçebiliriz. Şarkı tavsiye edeceğiz bu bölümümüzde. Evet, ne tavsiye etmek istiyorsun Cihat?
18:02 Cihat:
Ya aslında konumuzla çok alakası yok ama... Ne dinletsek insanlara acaba? İnsanlar ne dinlemekten hoşlanır? Falan derken benim çok sevdiğim, çok naif ve böyle saf olduğunu düşündüğüm bir şarkı var. Dinlemek çok tatlı geliyor bana. Özdemir Erdoğan'dan "Aç Kapıyı Gir İçeri" adlı parça var. Parçanın YouTube linkine açıklama kısmından ulaşabilirsiniz. Ben çok seviyorum. Son zamanlarda da bir internet dizisinde çalmıştı. "Fi" olması lazım. Orada böyle güzel bir "cover"ını yapmışlardı falan. Şarkı birazcık böyle tekrardan gündem oldu. Küçük çaplı bir gündem oldu tabii. Biraz böyle sakin bir şarkı. Çok hareketli bir parça değil. Bayağı tatlı buluyorum ya şarkıyı. Çok güzel anlatıyor bence o durumu yani. Bir sevgi şarkısı böyle. Birini sevince hissedilenler gibi. Çok basit bir şekilde açıklayabiliriz.
18:51 Emin:
Özdemir Erdoğan'ın gerçekten bütün şarkıları çok naif. Söylediğin şarkısı dışında ayrıca "Gurbet" şarkısı herhalde onun en popüler şarkısı diyebiliriz. Dinlemişken onu da dinleyebilirsiniz yani.
19:00 Cihat:
Evet, o daha böyle şeydir: Anadolu funk gibi. Birazcık hareketli falan. Çok hoş bir şeydir. Zaten çok fazla filmde çalıyor. Güzel böyle bir sahne, geçiş şarkısı gibi de aynı zamanda. Çok oryantal bir şarkı yani. Çok oryantalist bir şarkı. Onu da öneririz. Özdemir Erdoğan'ın genel olarak albümlerini dinleyebilirsiniz. Ben seviyorum kendisini. Çok iyi bir sanatçı olduğunu düşünüyorum.
19:24 Emin:
Evet. Kendisi kibar, naif bir sanatçıdır gerçekten.
19:27 Cihat:
Evet, çok beyefendi durur zaten. Fotoğrafı görürseniz o YouTube2da veya işte internette bir yerlerde. Çok böyle babacan, beyefendi birisine benziyor açıkçası. Yani tanışma fırsatım olmadı ama dışarıdan böyle görüyorum.
19:37 Emin:
Evet, aynen öyle. Evet.
19:48 Emin:
Son kısmımıza geçiyoruz artık. Burada soru ve cevap kısmı var. Gelen sorulardan birini soruyorum Cihat.
19:56 Cihat:
Ya ben soru gelmesine bile çok şaşırdım ve beni çok mutlu etti. Bu daha fazla olsun istiyoruz. Geri dönüşler ve sorular.
20:01 Emin:
Çok fazla gelmedi ama sonuçta bizi mutlu etti gerçekten soru göndermeniz.
20:06 Cihat:
Düşünceleriniz de olur yani burada. Tabii ki işte "Çok güzel konuşuyorsunuz."u tabii burada nesini konuşalım burada? Çok mutlu oluruz okuyunca ama.. Hani bize böyle soru sor... İşte merak ettiğiniz şeyler değil sadece. Düşüncelerinizi de paylaşabilirsiniz. Mesela: "Hayır Cihat, şuradaki şu düşüncene katılmıyorum. Aslında bence şöyle olabilir." Benim için de çok güzel bir tecrübe olur açıkçası. Onları, sizin düşüncelerinizi okumak. Bekliyoruz geri dönüşlerinizi ve sorularınızı.
20:30 Emin:
Evet, yani burayı soru ve cevap kısmı değil, geri dönüş kısmı olarak da değerlendirebiliriz. (Evet.) Evet, soruyorum. Geçen bölümümüz bir yerler gezme hakkındaydı ya, "Çok gezen mi bilir, çok okuyan bilir?" (Evet.) Şöyle bir soru gelmiş: Bir yerler gezerken duyduğunuz, kulağınıza güzel gelen, çok hoş gelen ve ben bunu öğrenmek istiyorum dediğiniz bir dil var mı?
20:53 Cihat:
Düşünüyorum. Buna İspanyolca derim. Ama böyle fonetiği yüzünden böyle düşünüyorum. Çok böyle telaşlı ve tutkulu konuşuluyormuş gibi geliyor bana. Bu düşüncenin tek kaynağı bu.
21:08 Emin:
Kesinlikle öyle ama. Ya bence... İspanyolca konuşulan iki ülkede bulundum. Ama yani öyle filmlerde, dizilerde falan konuşulduğu gibi pek konuşulmuyor. Biraz yüksek bir ses tonuyla konuşuluyor ve çok hızlı konuşuluyor. Bir yerden sonra böyle insan, nasıl desem? Hani çok sevdiğim bir dil benim de bu arada. Yanlış anlaşılmasın ama... Bir yerden sonra baş ağrısı olabiliyor gerçekten. Alışkın olmayan bir ülkeden geliniyorsa.
21:37 Cihat:
Benim ilgimi çeken de tam olarak o biraz. Böyle diyorum ya tutkulu doğru kelime diye düşünüyorum. Öyle konuşuluyormuş gibi geliyor. Bir şeyler anlatırken çok el, vücut dilini de çok kullanıyorlar. Böyle hani bir şeyler anlatıyorlar falan. Mesela Fransızca öğrenmeyi çok istedim. Fransızca bende bu etkiyi uyandırmıyor. Fransızcayı böyle daha yavaş ve şey buluyorum, ya ben tabii ki uzmanı değilim bu konunun ama... Gözlemim sadece. Benim tecrübem öyle. İspanyolcada öyle değil. Böyle şu an bile hareket ediyorum. İspanyolcayı böyle, durumu anlatmaya çalışırken yani.
22:09 Emin:
Bu arada "En sevdiğiniz dil ve ülke nedir?" diye bir bölüm çekmiştik. Onu da izleyebilirsiniz. Buna ben de cevap olarak İskandinavya dilleri diyeceğim. İskandinav ülkelerinin dilleri diyeceğim. Norveççe, İsveççe. Oralarda gezerken insanlar kendi aralarında konuşurken duyduğımda hani böyle çok akıcı bir ses tonuyla konuşuyorlar. Hani böyle net bir kelime telaffuzu hissedemiyorsun onlar konuşurken ama konuştukları şiveleri, aksanları falan nedense çok hoşuma gidiyor. Ben de yani İskandinav ülkelerin ya da işte İsveççe, Norveççe, Danca diyebilirim.
22:50 Cihat:
Kuzey Avrupa dilleri havalı duruyor. Benim böyle çok bir tecrübem yok. Ne çok duydum ne çok bir şey yaptım ama... Alfabesinden falan ötürü acaba bilmiyorum. Hep böyle bir havalı gelmiştir bana da.
23:02 Emin:
Evet. Onun dışında söyleyebileceğim bir dil yok benim. Bir soru da "Gezmenin dil öğrenmeye faydası var mı?". Yani diğer soru daha doğrusu. Yani bence tabii ki var. Özellikle öğrendiğin dille ilgili bir ülkedeysen, örneğin Fransızca öğreniyorsan ve Fransa'daysan ya da Belçika'daysan tabii ki bunu pratik etmek, orada gerçekten kullanılışını duymak inanılmaz faydalı bir şey. Bu yüzden kesinlikle faydası olduğunu düşünüyorum ben.
23:34 Cihat:
Dil öğrenmenin tek yolu gezmek değil bence. Ama gezmek ve o dile maruz kalmak özellikle Emin senin de söylediğin gibi, özellikle o dilin konuşulduğu yerlerde bayağı süreci değiştiren ve kolaylaştıran bir şey bence de. (Evet.) Çünkü o şekilde düşünmeye başlamaya itiyor seni. Öyle söyleyeyim. Seyahat ettiğin yerde biraz da o dile aşinalığın varsa... "Neden bu şekilde konuşuyorlar?"ı daha iyi anlıyorsun bence. Bu bayağı yardımcı oluyor öğrenme konusunda.
24:03 Emin:
Evet, mesela teoride birçok şey öğreniyorsun ama hangi durumda, hangi senaryoda artık onu kullanman gerektiğini ancak bu şekilde konuşularak, konuşulduğunu duyarak kavrayabiliyorsun.
24:16 Cihat:
Ve konuşmaya çalışarak aynı zamanda. (Aynen.) Derdini anlatmak için denir ya bzide. Derdini anlatmak için, kullanman gerekirse o dili mesela, orada bir şekilde kendini ifade ediyorsun ve anlıyorsun yani. Zamanla oturuyor diye düşünüyorum. Hani anlatabildim mi? Konuşmaya çalışırken doğrudan böyle şey olmuyor da bir anda ben çok işte ben İngilizce bir şeyler okudum, İspanyolca bir şeyler okudum. İspanya'ya gidince çok iyi anlaşırım değil belki. Biraz oradaki o hayatı da anlamak gerekiyor tabiri caizse.
24:46 Emin:
Bir de şöyle bir durum da var. Mesela, arkadaş ortamında kullanamayacağın kadar formal bir kalıp var diyelim, resmi bir kalıp var diyelim. Onu orada kullanmaman gerektiğini öğreniyorsun. Ya da işte çok resmi bir ortamda kullanmaman gereken samimi bir kalıp var diyelim. Onu orada kullanmaman gerektiğini öğreniyorsun. Sonuçta bu işte atıyorum translate ya da bir çeviri programı kullandığında sana belki o çeviriyi verebiliyor ama tam olarak nerede kullanman gerektiğini sana anlatamıyor sonuçta. Ama bunu orada gezerken ya da orada yaşarken çok daha net bir şekilde öğrenebiliyorsun.
25:21 Cihat:
Evet. Maruz kalmanı sağladığı sürece yararı olur bence de. Ben öyle düşünüyorum.
25:26 Emin:
Evet. Bu haftalık bu kadar diyelim.
25:30 Cihat:
Evet, teşekkür ederiz bizi dinlediğiniz için. Söylediğimiz gibi geri dönüşlerinizi, sorularınızı, yorumlarınızı bekliyoruz. Haftaya görüşmek üzere.
25:38 Emin:
Görüşürüz.