2: Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?
Easy Turkish Podcast
www.easyturkish.fm"Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?" sorusunu derinlemesine incelerken, seyahat tecrübelerimizden ve bu tecrübeler sonucunda neler edindiğimizi sorguluyoruz. Sahiden, çok gezerken, yeterince şey öğrenebildik mi? Bu sorulara yanıt ararken, seyahat etme tutkumuzun kaynağını, gelecek seyahat planlarımızı sizle paylaşıyoruz.
Interactive Transcript and Vocab Helper
- Open the Interactive Transcript
- Download transcript as HTML
- Download transcript as PDF
- Download vocab as text file
- Download vocab as text file with semicolons (for flashcard apps)
Subscribe using your private RSS feed to see the transcript and vocabulary helper right in your podcast app while you listen.
Transcript
Intro
Müzik:
Merhaba Easy Turkish Podcast dinleyicileri. Ben Cihat.
Ben Emin. İkinci podcast bölümümüze hepiniz hoş geldiniz. Bu bölümümüzün konusu tam da tatil dönemi olduğu için tatiller hakkında olsun dedik. Normalde deyim ve atasözü tavsiyesi kısmımızı bölümümüzün sonuna doğru yapıyoruz. Ancak bugün önümüzde güzel, üzerine sohbet etmek istediğimiz, konuşmak istediğimiz bir atasözü var. O yüzden bunu başa alacağız ve bunun üzerine konuşmaya başlayacağız biraz. O atasözü neydi Cihat? Bize söyler misin?
Aslında bir atasözü olmasının yanı sıra bu bir soru. Hani felsefi de bence bir soru. Üzerine bayağı sohbet edilebilir bir şey. Bu soru - atasözü şöyle bir şey: Çok okuyan mı bilir, yoksa çok gezen mi? Hani bu gerçekten tartışılabilecek bir şey. Hani bir tartışma programına konu olabilecek bir konu açıkçası.
Evet, aslında bu atasözünün çok çeşitli şekilde söylenişleri mevcut. Mesela: Çok okuyan mı çok bilir, çok gezen mi çok bilir? Bu soru hali. Mesela bir diğer versiyonu: Çok okuyan çok bilir, çok gezen ondan da çok bilir.
Ama burada bir şey var, yargıya varılmış. (Evet, aynen öyle.) Yani burada şu denmiş yani: "Çok gezen kesinlikle çok bilir canım." falan denmiş gibi duruyor. Bilemedim. Emin olamıyorum.
Aynen öyle. Aynı şekilde bir kesim "Çok okuyan daha çok bilir, gezmek sadece görsel duyuları, işte bilmem neleri canlandırır ama okumak o dünyanın içine tamamen girmek demektir." falan diye bir yorum da var.
Evet, bir de çok böyle hani kurnaz insanlar var buna şey diye yanıt verirdi biz çocukken hani: "İşte gezerken okuyan bilir canım." falan tarzı böyle. (Aynen.) Hile yapanlar oluyordu bu soruya yanıt verirken.
İkisini de yapınca tabii ki bu tartışmanın bir manası kalmıyor yani ikisini de yapmış olduğun için. Ama biz biraz bunun üzerine tartışmak istiyoruz. Cihat sen ne düşünüyorsun bu konu hakkında?
Ya biraz şöyle düşünüyorum açıkçası: Hani bunun ortaya çıkış şekli de biraz şey gibi ya... Çok böyle teorik bilgiyle kalan, hani sadece okuyan, sadece böyle insanların tecrübelerini öğrenen ve bunları tanıklık eden insanlar mı daha çok şey öğrenir, yoksa gerçekten o tecrübeyi kendisi yaşayan mı? Ben biraz bu sorunun bununla alakalı olduğunu düşünüyorum. Açıkçası bu konuyla alakalı hani net bir fikrim yok. Böyle, kesinlikle çok okuyan çok bilir ya da çok gezen çok bilir diyemem ama bunun hayatın hangi döneminde olduğunla alakalı olduğunu da düşünüyorum açıkçası. Yani bence tecrübe etmek insana çok fazla şey öğretiyor. Kesinlikle hepimiz başka bir ülkeyi, başka bir şehri tecrübe etmeliyiz ve oranın kültürünü öğrenerek ufkumuzu genişletmeliyiz. Buna yüzde yüz katılıyorum. Ama bu demek değil ki sadece gezmek, sadece yeni yerler görmek insanın ufkunu genişletir ve bu kesinlikle varmamız gereken yerdir. Ben daha çok şöyle düşünüyorum: Gerçekten bir yandan gezerken, bir yandan ufkumu genişletirken durduğum vakitlerde, evimde olduğumda daha böyle konforlu olduğum alanlarda olduğum vakitlerde de daha çok şey okuyarak, daha çok şey dinleyerek, insanlardan bir şeyler öğrenerek de ufkunu genişletebilirsin. Hani böyle kesin bir yargıya varamam "Bu bundan daha iyidir." diye.
Sen de biraz kaçamak cevap verdin gibi geldi.
Evet ama hani doğru yanıtı vermeye çalışıyorum birazcık. Çünkü ben şu dönemi de biliyorum yani, hayatımın en çok dışarı çıktığım, en fazla dışarıda vakit geçirdiğim dönemlerimde çok şey öğrendiğimden eminim. Ama bunun yanı sıra bazenleri de durmak gerekir. Evinde oturup çok yorulduğun bir...
Ya da gezemediğin bir dönem olabilir.
Kesinlikle. O dönemde de oturup "İnsanlar acaba ne yapıyor?", bugüne dek işte atıyorum çok yer gezmiş birisi bu konuyu nasıl anlatıyor, kendi nasıl ifade ediyoru öğrenmek, oradan bir şeyler öğrenmenin de bayağı böyle insana yararlı olacağını düşünüyorum açıkçası. Senin düşüncen nedir?
Yani kesinlikle. Ben yani gezmenin kesinlikle çok farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü vücudunla o bileceğin şeyi, atasözünde geçen "bilmek" fiilini icra ederken, yani bütün vücudunla oradasın. Şimdi okurken yalnızca okuduğunu düşünüyorsun ve bir hayal evrenindesin. Yani fiziksel olarak orada değilsin. O yüzden ben çok gezenin daha çok bilebileceğini düşünüyorum ve gezmenin de daha çok akılda kalıcı olduğunu düşünüyorum. Ama çok okuyanın da epeyce bir şey bildiği, bileceği aşikar yani. Onu da küçümsememek lazım açıkçası.
Doğru, evet. Yani burada zaten hani olayı biraz daha özelleştirecek olursak sen çok yer gezmiş bir insansın. Çok farklı ülkelere, çok farklı koşullarda gittin bugüne dek. Özellikle hani yedi - sekiz senedir böyle bayağı gezmediğin yer kalmadı neredeyse diyebiliriz. Tabii ki vardır çok fazla yer de... Bu senin bir hobin diyebiliriz. (Evet.) Mesela ben biraz daha bundan uzak biriyim. Ben daha çok... Bir yerlere tabii ki ben de gidiyorum. Yeni tecrübeler ediniyorum ama daha çok lokal oluyor. Atıyorum İstanbul içinde oluyor ya da Türkiye içinde oluyor. Onun dışında hani bir yerlere dair insanların yazdığı şeyleri okuyorum ya da dinliyorum diyelim. Hani bize biraz bahseder misin? Yani bu mesela on sekiz yaşında özellikle bu kararı verdiğini biliyorum. Ne değişti senin için? Neden çok gezmeye başladın? Ya da gezme kararını verdikten sonra bunu artık bir hobi haline getireceğini sana ne söyletti?
Şöyle söyleyeyim: Ben ilk yurt dışına çıkmadan önce yurt dışına çıkmaya çok... Ya da genel olarak gezmek üzerinden konuşalım. Yurt içi veya yurt dışı. Hani biraz ön yargılı bir insandım, biraz tembel bir insandım. Ablamların zorlamasıyla ilk yurt dışı seyahatimi Almanya'ya gerçekleştirdim. Oradan bir Interrail turu yapmıştık. Almanya, Fransa, Belçika, Çek Cumhuriyeti, o zamanki adıyla Çek Cumhuriyeti, Avusturya... Böyle bir herkesin yaptığı klişe bir Interrail rotası vardı. Ondan sonra kelimenin tam anlamıyla bağımlı oldum. Bağımlısı oldum yani. Uzun bir süre arkadaşlarımla bunu devam ettirdim. Yani kendi kendime dedim ki, hatta Yiğit diye bir arkadaşım var, onunla beraber dedik ki: Biz, yani vaktimizi ve paramızı boş şeylere değil de, biriktirelim, kenara koyalım, hatta çalışalım gerekirse ekstradan... Biriktirdiğimiz parayla, boş olduğumuz vakitlerde yurt dışını gezmeye adayalım kendimizi. Hani vaktimiz müsait, işte para kazanırsak paramız var... Ondan sonra o ilk başta o gezmenin tadını alınca, hatta buna işte "travel bug" deniyor. Bunu Türkçeye nasıl çevirebiliriz? İşte o vücuduna o zehri verdikten sonra artık oradan geri dönüşü yok. Ondan sonra ablamlarla devam ettim, babamla devam ettim gezmeye. Arkadaşlarımla devam ettim ve şimdi de iki sene önce evlendim ve bu aynı özelliğime eşimle birlikte devam ediyorum. Hani benim için artık hayatımın vazgeçilmez bir parçası gerçekten.
Biraz seyahat misyonerisin diyebiliriz yani. Çünkü ben şeyi anımsıyorum mesela: 2014 yılı olması lazım, senle mesajlaştığımız, konuştuğumuz bir akşam vardı. "Abi kesinlikle gitmemiz lazım bir yerlere artık." hani. Bir plan yapalım ve gidelim. Interrail, hani sen de bahsettin, o dönemin bir de çok popüler bir konseptiydi ya. (Evet, aşırı popülerdi.) O yılların, 2014 - 2015 hani bizim yaşımızın getirdiği bir şey mi bilmiyorum ama... "Interrail yapalım abi." Hani "Interrail abi." falan diye dolaştığımız bir dönemdi ve herkes yapıyordu yani. Ben gerçekten çevremdeki insanların çoğunun o dönemde Avrupa seyahatine, trenle özellikle, çıktığını anımsıyorum. Çok fazla böyle yer gezmişlerdi. Tabii ben onlardan biri olamadım o zaman. Çünkü senin bahsettiğin gibi ben daha çok tembeldim bu konuda. Hani biriktirdiğim parayı İstanbul'da dışarıda yemek daha çok işime geliyordu diyelim yani.
Evet, daha rahat bir para harcama metodu.
Evet, o yüzden hani seyahate çok para harcamadım ama sen özellikle o tatillerden sonra, en başından sonra hakikaten bunun misyonerliğine başlayıp, "Abi gezmek lazım ya." diye düşünür oldun mesela. Bunu çok takdir ediyorum yani. Çünkü o gün, yani sekiz sene - yedi sene olmuş mesela bunu konuşmaya başladığımız dönemden bu yana... Oradan bu yana hani, okyanus aşıp Güney Amerika'ya bile gittin günün sonunda. Hani orada da bir şeyler edinmişsindir, ve tecrübe yaşamışsındır diye düşünüyorum. Tabii ki biz bunu aramızda çokça kez konuştuk ama... Hani işte "Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi bilir" konusu birazcık bununla alakalı. Hani gidip görmek, oranın işte yemeklerini yemek, kültürüne tanıklık etmek falan... İnsana o kadar fazla şey sağlıyor ki.
Kesinlikle. Ya şimdi mesela Meksika'ya gittim. Meksika üzerine birçok şey okuyabilirsin. İşte oradaki Chichén Itzá Piramitleri hakkında, ya da ne bileyim Meksika mutfağı hakkında bir sürü şey okuyabilirsin ama oraya gidip görmeden oraya gidip o yemekleri tatmadan ne kadar bir fikir sahibi olabilirsin? O soru işareti. Tabii ki bu... Yani kendimi çok şanslı hissediyorum, bu şansa eriştiğim için ve yani gezmenin kesinlikle çok farklı bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani sen de, söylediğimiz gibi, hani cidden insanın vücuduna o zehir salındıktan sonra oradan geri dönüş yok gibi bir durum oluyor.
Evet, mesela seninle çok net bir ayrım yaşadığımız yer biraz şu oldu daha çok: Ben hani yurt dışına senin kadar seyahat etmedim ama yurt içinde daha fazla seyahat etmiş olabilirim. Çünkü hani Karadenizliyim zaten. Her yaz oraya gidiyorduk ve hani İstanbul'dan kalkıp Ordu'ya, Trabzon'a, Rize'ye, Samsun'a falan gittiğimiz oluyordu. Ben oraları çok daha iyi biliyorum. Ya da güney yakasına çok daha fazla kez inmişimdir mesela. Ama yurt dışına o kadar çok gidemedim. Hani ben Türkiye içinde bile sadece yedi farklı coğrafi bölge olmasının etkisi olarak çok farklı kültürler olduğunu biliyorum. Ve her gittiğim yerde de gerçekten bir şey öğrendim. Hani bir yerin meşhur yemeğini yemek, evet çok iyidir ve insana çok şey katar hani ama bundan bahsetmiyorum sadece. Oradaki insanların hayata nasıl baktığını görmek... Her gün gördüğü bir manzara var mesela Muğla'da, Bodrum'da yaşayan bir insanın. Sen yılda bir hafta belki tatile gittiğinde ona tanıklık ediyorsun. Ama o kadar büyüleyici bir şey ki hani düşününce... Biz İstanbul'da yaşıyoruz ikimiz de. Yani gördüğümüz görüntüler biraz artık rutin hale gelmiş durumda. Biz metropol insanıyız diye düşünüyorum mesela çoğunlukla. Ben gidince işte, Bodrum'a gidince, İzmir'e gidince işte, Antalya'ya gidince o kadar farklı şeyler görüyorum ki... Ya da işte Karadeniz'e ailemin yanına gittiğimde orada böyle gezmeye kalktığımda, yaylalara çıktığımda falan diyorum ki hani: Buradaki insanlar acaba nasıl düşünüyor? Çünkü ben sadece ona kısa bir süre tanıklık ediyorum günün sonunda. Bir de sen benden daha fazla bir şekilde şunu yaptın: Farklı ülkelerde bambaşka kültürlerle yetişen insanların nasıl düşündüğünü, nasıl hissettiğini, her gün yaptığı aktiviteleri belki taklit ettin. Bunun bence insanın ufkunu çok geliştiren, hani dünya vatandaşı denir ya... Hani dünya vatandaşı olmasını sağlayan bir şey olduğuna inanıyorum açıkçası yani.
Evet, kesinlikle. Yani insan... Ve dediğin gibi ne kadar çok gezdikçe o zihnindeki bariyerlerin ben o kadar kalktığını düşünüyorum. Hani o kadar farklı artık yaşam tarzları görüyorsun, yaşam stilleri görüyorsun ki... Hani sadece senin yaşadığın tarz doğrudur, senin düşüncelerin doğrudur şeklindeki perde zihninden kalkıyor. O yüzden biraz daha tolerans gösterebilen bir insan olmaya başlıyorsun. Yani nasıl desem... Tırnak içerisinde yani olgunlaşmaya başlıyorsun biraz daha. Hatta çok hızlı bir şekilde. Çünkü hayat o kadar farklı şeyler gösteriyor ki... Yani dediğin gibi, Türkiye içerisinde bile... Atıyorum Muğla'ya gidiyorsun, o insan da Türk, sen de Türk'sün. Ama aslında o kadar farklı tarzlarda yaşıyorsun ki... Ya bu insanın ufkunu açan bir hareket aslında.
Peki yakın zamanda bir seyahat planın var mı? Şu an bir de tatil dönemindeyiz, bayram tatili. Gitmeyi düşündüğün bir yer var mı?
Evet, bu gezme konusunda yani olabilecek her fırsatı değerlendirmek üzerine yoğun bir çaba sarf ediyorum. Sürekli uçak bileti, kontrol ediyorum. İşte sürekli ucuza tren var mı, uçak var mı, ucuza konaklayabilir miyim şeklinde bir yoklama yapıyorum. Şu anda da İtalya'ya uygun bir gidiş ve dönüş buldum. Dönüşüm birazcık çetrefilli olacak ama değeceğini düşünüyorum. İtalya'ya, Roma'ya gideceğim. Dönüş de Venedik'ten Sofya'ya Ryanair uçağı, oradan da trenle İstanbul'a dönüş gerçekleştireceğim. Çoğu insan belki yapmaz bunu. Kim uğraşacak falan der ama... İşte dediğim gibi, vücudumda artık o "gezme zehri" dolaştığı için bana hiç zor gelmiyor. Çünkü gördüğüm şeyler, göreceğim şeyler beni motive ediyor. Yani bu yorgunluğa değeceğini düşünüyorum. Roma'ya daha önceden de gittim hatta bu üçüncü gidişim olacak. Ama yine ilkinden... hatta belki ilkinden daha çok heyecanlıyım. Çünkü atıyorum, eşimle ilk defa gideceğim ya da bu sefer üçüncü gidişim olacağı için çok daha farklı şeylerine odaklanmaya çalışacağım. Onların hepsi ayrı bir heyecan gerçekten.
Güzel. Güzel gözüküyor zaten. O zaman önümüzdeki günlerde seni yeni tecrübeler yaşayacağın için uğurluyoruz aramızdan.
Teşekkürler. Hadi görüşürüz o zaman.
Umarım döndüğünde anlatacak böyle saatlerce şey olur diye ümit edelim. Çünkü genellikle oluyor. Bu sadece sana özgü de değil yani. Seyahat eden insanın anlattığı bir şeyler oluyor hep. Hatta kimin lafıydı, kimin sözüydü çok anımsamıyorum ama çok meşhur böyle bir laf vardır ya hani: Bir hikayenin başlaması için ya bir şehirden birisi gider ya da şehre yeni birisi gelir derler. (Aynen.) Öyle bir söz var. Çok doğru olduğunu düşünüyorum. (Evet, kesinlikle.) Ben o konfor alanını kıran eylemler ya da atıyorum yeni birinin gelmesi ya da senin yeni bir yere gitmen hep maceraya açık olmak anlamına geliyor. Ben bunu çok değerli buluyorum. Hatta ben de şöyle destekleyeyim bunu birazcık daha: Bunu daha önce konuşmuştuk ama makine mühendisliğinden mezun oldum üniversitemden. Bu esnada mesela staj ararken, yaz stajı bizim için önemli bir konsept. Yapmak zorundasınız zaten. Rapor yazacaksın, günlük yazacaksın falan... Bayağı bir ton işi var. Mesela ben staj arıyordum. İstanbul'da da genel olarak böyle bir sanayi bölgesi yok. Sanayi bölgeleri Kocaeli'nde oluyor, Hadımköy'de oluyor. Yani İstanbul'un merkezine biraz uzak yerlerde oluyor. Ben de o dönem içinde staj ararken düşünmüştüm ne yapabilirim acaba hangi firmalara girebilirim falan diye. Karşıma Antalya'da bir firma çıkmıştı. Kuzenim orada çalışıyordu zaten o zamanlar. O böyle demişti gelip burada yapabilirsin diye. Bir inşaat firmasında. Antalya'ya gitmiştim mesela bir buçuk aylığına ve o staj esnasında yani o kadar garip tecrübeler yaşadım ki... Çünkü bugüne dek hayatımda işte Ordu'ya gittim, hadi Trabzon'a gidiyordum falan... Hani İstanbul'da zaten yirmi küsür senemi geçirmiştim. Antalya'ya gidip bir buçuk ay yaşayacağımı hiç düşünmemiştim mesela hayatımın bir noktasında. 2019 yılı olması lazım. 2019'da mesela Antalya'ya gittiğimde şunu fark etmiştim: Muhteşem bir sahil şeridi var. Ben tam olarak yaz ayında gittim yani. Temmuz'un başında gittim, Ağustos'un ortasında da döndüm. Muhteşem bir sahil şeridi var. Ben stajdan çıktıktan sonra yüzmeye gidebiliyordum. Bunun nasıl bir lüks olduğunu anlatamam mesela.
Böyle bir yaşam standardı kimde var?
Evet, hani Konyaaltı'nda kalıyorduk, kuzenimin evi oradaydı. Antalya'nın da böyle gençlerinin de yaşadığı keyifli bir yeri. Konyaaltı sahili de böyle plajları da olan, denize de girebildiğin ve atıyorum yürüyüş yapabildiğin, basketbol oynayabildiğin, işte bir soğuk kahve alıp sokaklarında, sahilinde yürüyebildiğin bir yer. Ben akşamları iple çeker olmuştum yani. Akşam olduğu zaman yürüyerek evden çıkıp yüzmeye gidiyordum. Bir kahve alıyordum, sahilde yürüyordum. Basket oynayanlar oluyordu, basket oynayanlara katılıyordum ve kendi kendime dedim ki "Bir güney şeridindeki bir şehirde yaşamak, bir yazlık yerde yaşamak ne kadar keyifli bir şey mesela." Hani insanların genel olarak yaşama şekillerinin çok farklı olduğunu görmüştüm oraya gittiğimde. İstanbul'da biz, biraz bunu geçen bölümde de özellikle konuşmuştuk, acele halindedir hep bir yere yetişmeye çalışır. Çünkü işte toplu taşımalar çok kalabalıktır, gidilmesi gereken yerler de hep çok uzaktır. Yolda da hep trafik vardır konseptinden bahsediyoruz. Orada öyle değildi yani yürüyerek bir yerden bir yere yirmi beş dakikada ulaşabiliyordum. Ve burası Karadeniz'in aksine, hani benim de daha iyi bildiğim Ordu'nun aksine bir Akdeniz şehri. O yüzden insanlar da daha rahat. İtalya'ya gidecek olmandan geldi bu aklıma yani. Hani hava çok sıcak, herkes böyle salmış durumda. Yazları sadece serinlemek için dışarı çıkıyorlar. Geziyorlar, denize giriyorlar, eğleniyorlar... Yabancısı var, Türk'ü var, hani dünyanın her yerinden belki vatandaşlar var. O kadar güzel bir tecrübeydi ki o bir buçuk ay...
Evet. Zaten Akdeniz iklimi insanının karakteristik özelliklerinin çok benzemesi... İşte bu sıcak olması, denize yakın olması gibi durumlar insanı karakterini cidden çok etkiliyor.
Aynen öyle. Hani o bir hafta gitmedim ya sadece, mesela ya da iki hafta işte... On beş gün de tatile gitmedim. Bir buçuk ay geçirdim yani. Bir şehirde yaşamak ve orayı anlamak için bir buçuk ay yeterli mi? Emin değilim ben de ama kesinlikle bir turist olarak gitmekten, orayı gezmekten daha farklı bir şey. Mesela oranın bende bir iz bıraktığını düşünüyorum. Ben hayatımın bir noktasında, eğer işler rast giderse, kendim için orada bir seçenek oluşturabilirsem Antalya'da yaşamayı artık isterim. Ama bundan önce böyle bir iddia da bulunamazdım ya da böyle bir isteğim olamazdı. Orayı tecrübe ettikten, oradaki hayatı gördükten sonra oraya dönmek ister oldum yani. Benim kişiliğime de çok yakışan doğru yer olduğunu düşünmeye başladım açıkçası.
O zaman şöyle bir soru yönelteyim: Ben mesela biraz daha işte bu yüzme tatili, deniz tatilini tercih etmiyorum. Biraz daha böyle kültürel gezileri tercih ediyorum. Hayatımda da onu merkeze oturtmuş durumdayım zaten. Sen tatil planı yapacak olsan, sıfırdan bir deniz tatili mi yaparsın yoksa kültürel temalı bir tatil mi yaparsın?
Ya şimdi burada biraz hile yapayım. Buna daha önce, özellikle üniversitedeyken, daha çalışmaya başlamamışken "Abi kültürel tatil yapmak lazım, gezmek lazım, öğrenmek lazım." falan diyordum içten içe. Fakat şimdi çalışmaya başladığımdan beri benim için tatil ve hafta sonu özellikle mesela, o kadar değerli ki... Orada böyle çok eğlenmem lazım. Yani daha iyi bir hile yaparak bir yanıt vereceğim buna. Deniz ya da kültürel kısmı önemli değil. Eğlence odaklı olması gerekiyor. Yani gerçekten bir tecrübe yaşamam lazım. Hani bu bir plaja gidip arkadaşlarımla eğlenmeye de çok okeyim, çok tamam bu. Burada da çok eğlenirim ama atıyorum tarihi bir yer vardır işte bir yerde sadece orada olan bir sanat galerisi vardır, görülmesi gereken kültürel çok önemli bir şey vardır, onu görmeye de okeyim. Ben bunun biraz dengesini kurma taraftarıyım yani. Deniz tatiline ben de çok sıcak değilim açıkçası. Hani hiçbir zaman derdim gidip oradaki sahildeki şezlongta yatıp biraz denize girip bir şeyler içip böyle yatıp dinlenmek, güneşlenmek hiçbir zaman olmadı. Ama onun da değerli olduğunu anlayabilmeye başladım. Özellikle son bir senede fikrim biraz değişti yani. Sen ne düşünüyorsun?
Ben de kesinlikle bir tane doğru olduğunu düşünmüyorum. Birazcık daha kaçamak bir cevap vereceğim yine. Ama benim seçtiğim tatillere bakarsak yüzde doksanı kültürel, işte böyle biraz daha yorulmalı... Hani "Şunu da göreyim, bunu da göreyim, orayı da gezmeliyim." şeklinde. Ama kesinlikle ve kesinlikle insanın kafasını boşaltması çok önemli. (Evet.) Yani özellikle İstanbul gibi bir şehirde çok yoğun bir iş temposunda çalışan insanlar olarak o hafta içi akşam bile, hafta sonu iki günde bile o kafayı boşaltma eylemi çok, çok değerli. O yüzden bence ben de hayatımın sanki böyle ilerleyen evrelerinde biraz daha ona doğru yöneleceğim gibi geliyor. Bu his olarak bana şu andan itibaren gelmeye başlıyor. Çünkü çalışmaya başlayalı 2 - 3 sene oluyor işte tam zamanlı olarak. Şu anda yoğun bir iş temposunda biraz böyle yorulduğumu hissediyorum. Daha bu yaşta bile hissediyorum. O yüzden kesinlikle bütün bir sene tam zamanlı olarak yoğun bir şekilde çalıştıktan sonra insanın bir hafta, iki hafta hiçbir şey yapmadan sadece işte yüzerek, dinlenerek, yatarak falan geçireceği bir, iki hafta kulağa çok hoş geliyor. Hatta şu an biraz tatil planlarımı sorgulamaya başladım acaba başka bir şey mi yapsam diye. Ama artık çok geç bütün rezervasyonları yaptım.
Hala enerjin var bence. Yine o bugüne dek de yaptığın ve çok da sevdiğin... Daha çok kültürel bir seyahat olarak baktığın tatili yapmak bence iyi fikir.
Teselli mi ediyorsun beni?
Yok, yok sen bugüne dek de bunu çok kez ve hani severek yaptığını bildiğim için özellikle söylüyorum. Ama hani ben mesela bir geçmiş tatilimden daha örnek vereyim. Geçtiğimiz Eylül ayında yakın arkadaşlarımla mesela Alaçatı'ya gittik, İzmir'e gittik bir arkadaşımızın yazlık evine. Daha önce bunu o grup olarak hiç yapamamıştık. Üç kişi beraber dördüncü arkadaşımızın yanına gittik. Bugüne dek hep konuşup yapamazdık mesela. Sadece üç gün ya da dört gün, yanlış anımsamıyorsam, geçirdik beraber ama o kadar keyifliydi ki... Hani gidip sadece kafamızı boşalttığımız, atıyorum denize de girdiğimiz, sadece evde oturup sohbet ettiğimiz, Alaçatı'nın sokaklarını gezdiğimiz, gidip akşamları bir yerde eğlendiğimiz bir tatildi yani. Ama hani bu sene için de mesela benim kafamdaki tatil hayali ona yakın bir şey. Biraz gezelim, önemli yerlerini görelim... Bu okey zaten. Alaçatı'ya ilk defa gitmemiştim. Daha önce de gittiğimde gezmiştim oraları daha önce ama maksat muhabbet yani. Ona bağlamaya çalışıyorum. Bir arkadaş grubuyla, benim için özellikle bu önemli, eğlendiğim insanlarla beraber o tecrübeyi tekrar yaşamak benim için değerli. Denize de girsek, denize girmesek sadece evde de otursak, sadece bir yere gidip çay, kahve bir şeyler de içsek, etrafı seyretsek benim için okey. Sevdiğim insanlarla, sen dedin ya o kafa boşaltmak ve kafa dağıtmak diye, benim önem verdiğim şey o. Her gün yaptığım şeylerin dışında bir şey yapmaya çalışıyorum ki... Hani konuyu çok genelleştirecek belki ama şimdi mesela akşam altıya yediye kadar çalıştığım günler oluyor, sabah başlayıp. Akşam olduğunda da evde oturmak ve her gün yaptığım şeyleri yapmak istemiyorum çoğunlukla. Dışarı çıktığım zaman daha önce görmediğim bir yeri görmek istiyorum. Daha önce gitmediğim bir yere gitmek istiyorum. Daha önce tüketmediğim bir şey tüketmek istiyorum. Daha önce yemediğim bir yemek istiyorum. Böyle kafamdaki yaşama tahayyülü, yaşama hayali, yaşama vizyonu biraz buna doğru evrildi. Yeni tecrübeler yaşamak ve nasıl biri olduğumu anlamaya çalışmak istiyorum. Tatil de bununla biraz bağlantılı. Sevdiğim insanlarla yeni şeyler tecrübe etmek, bunu yaparken bir yandan dinlenmek, bir yandan da kafamı dağıtmak... Hani dengeli bir şekilde bunu yapmak en iyi senaryo gibi geliyor bana açıkçası.
Kesinlikle. Öncelikle hayatında en değer verdiğin insanlarla beraber bir maceraya çıkma düşüncesi bile çok hoş. Yani ben kendimden örnek verirsem, daha önceden gittiğim bir yer diyorum ama işte hayatımı paylaştığım insanla, eşimle beraber bu tecrübeyi bir daha yaşayacak olmak beni aşırı derecede heyecanlandırıyor. Bu da o dediğimiz kafayı boşaltma eylemine çok güzel bir şekilde hizmet ediyor. O yüzden amacına ulaşmıştır diyebiliriz.
Ve şöyle de bir yanı olduğunu düşünüyorum mesela: Konunun ta en başına da bağlayacak olursak 15, 16 yaşında bir kitap okursun mesela... Belki dünyanın en önemli kitabıdır. Dostoyevski açıp okumuşsundur. Bir şeyler anlarsın ama hayatına devam edersin. Sonra 25, 26 yaşında tekrar okuduğunda ya da belki 35'inde, belki 45'inde. Hani araya vakit koymaya çalışıyorum. Bambaşka şeyler anlarsın ya... Belki bu tecrübenin de senin için böyle bir yanı olur. Umarım anlatabilmişimdir.
Kesinlikle. İnsan belli bir olgunluğa eriştikten sonra o daha önceden yaptığı başka bir aktiviteyi yapınca bir daha, çok farklı sonuçları olabiliyor. Ben bunu özellikle Cengiz Aytmatov'un kitaplarında yaşıyorum. Kendisi benim en sevdiğim yazardır. Okumadığım kitabı yoktur ama her kitabını düzenli olarak tekrar okuyorum ve her defasında çok ilginç bir şekilde yeni bir şeyler keşfediyorum. Kendimde yeni bir şeyler buluyorum. Eksik özelliklerimi tamamlıyorum gibi hissediyorum. Bunu başka bir yazarda yaşayamıyorum. O yüzden dediğine kesinlikle hak veriyorum. Yani bazı insanlar vardır sürekli yeni aktiviteler yapmak ister ama bence aynı aktiviteleri farklı zamanlarda yapmak da bir yeni aktivite kadar değerli olabiliyor.
Kesinlikle katılıyorum buna. Mesela şu an zaten podcastin ilerleyen vakitlerinde bir dizi önerisinde bulunacağız ama şimdi mesela aklıma bir film geldi "In Bruges" diye. İzledin mi bilmiyorum. (Evet.) Mesela In Bruges'ü izlediğimde ben 15 yaşında falandım diye anımsıyorum. Çok böyle daha lisede...
Evet, lisedeyken muhabbeti geçmişti. Hatırlıyorum.
Lise 1 falan diye anımsıyorum. Lise 1 ya da lise 2... (Sanki iki gibi anımsadım ben de, aynen.) Erken lise dönemiydi yani. Mesela izledim ve çok etkilenmiştim filmden. Çok keyif almıştım izlerken de, seyrederken de. Geçtiğimiz yıllarda filmi tekrar izledim ve zamanında eğlenip iyi vakit geçirdiğim o filme çok üzüldüm mesela, sonradan tekrar izleyince. Ya o zamanlar da bir üzüntü vardı. Film biraz hüzünlü bir film. Bunu anlayabiliyorum ama... Hani ben de artık ana karakterin ne yaşadığını, o ülkede yaşadığı zorluğu, yani filmin hikayesiyle alakalı çok da bilgi vermeyeyim ama... Sıkıntılı durumlara düşüyorlar açıkçası. Hani o durumlara karşı verdiği reaksiyonla böyle... Kaşların çatılıp böyle üzgün bir şekilde oturulan sahneler hayal ediyorum. Onları hissederken böyle içime gerçekten bir öküz oturdu. Hani öyle derler ya... Gerçekten böyle bu sene o şekilde izledim. Hem de bir seyahat filmidir. Hani burada bahsi de geçti, izlemediyseniz eğer In Bruges'ü öneririm. Çok böyle sanatsal da diyebileceğin akıcı bir filmdir yani. Şimdi onu düşündüm yani. Yıllar sonra tekrar izlediğimde benim için anlamı çok değişmiş bir filmdi. Orayı görmek isterim.
Ben de tavsiye ederim görmeni. Gerçekten şehrin dokusunu muhteşem bir şekilde korumuşlar ve hayatımda yediğim en güzel çikolataları, İsviçre'den sonra orada yedim diyebilirim. Özellikle orada 2015 yılıydı herhalde ya da 2016 pardon... Couchsurfing'le orada yaşayan birinin evinde kalmıştım. O da çok ayrı bir tecrübeydi. Bana demişti ki "Brüj'de milyonlarca çikolatacı var ama sadece sekiz tanesi ev yapımı çikolata yapıyor. Bunlardan birine gitmeni tavsiye ederim." demişti. Bana listesini vermişti. Ben hepsine gitmiştim. (Bu bir çikolata gurmesiymiş demek ki yani.) Gerçekten hepsi... Aynen, evet. Ben de dedim yani hem Brüj'de yerli birinin evinde kalma şansına eriştim hem de bana böyle bir bilgi verildi ve bunu değerlendirdim. Gerçekten çok şanslı hissetmiştim kendimi. Brüj'ün yeri bende o açıdan özeldir.
Ben mesela İstanbul'la alakalı değil çikolata herhangi bir şekilde böyle bir data çıkaramam sana mesela.
Her gün değişiyor çünkü. Bir bilgi vereceğim mesela, diyorum ki şu kahvaltıcı çok güzeldi diyorum, bir ay sonra kapanmış oluyor falan...
Yok çok spesifik de bir şey söylemiş ya... Çok fazla vardır ve sadece sekiz tane. (Aynen.) Mesela sekiz... (Evet.) Çalışma yapılmış belli ki bununla alakalı. (Tabii canım, aynen.) Çok hoşuma gitti. Birinin uzmanlığına denk gelmişsin. (Evet, aynen.) Çikolata uzmanı.
Evet, o zaman son bir gezmeyle ilgili özlü söz söylerek bir sonraki bölümümüze geçelim mi Cihat?
Tamam. Nedir? Ne söyleyeceksin bakalım. Merakla bekliyorum.
Tamam. O zaman beklentileri yükseltelim. "Para harcayarak sizi zengin yapacak tek şey seyahat etmektir" (Ooo.) Katılıyor musun?
Yani...
Bir sonraki bölümümüzün konusu bu olsun mu?
Geri dönüşlerini bekleyelim dinleyicilerimizin yani.
Aynen. Siz ne düşünüyorsunuz? Yani seyahat ederek zenginleşilebilir mi, para harcayarak?
Zenginleşilebilir bu arada. Ben sadece tek şey kısmına tutuldum oradaki. (Heh, tek şey. Evet.)
Yani bir arsa yatırımı yapılsa...
Yani kitap okumak da mesela yararlıdır. (Evet.) MBA yapmak da kötü bir şey değildir.
Hiç kötü bir fikir değil. (Evet.)
O zaman bir sonraki bölümümüze geçelim.
Geçelim.
Haftanın Dizi Tavsiyesi
Evet, haftanın dizisi bölümüne geldik. Haftanın önerisi bölümüne geldik. Bu hafta sizin için bir dizi seçtik. Bu diziyi seçmemizin sebebi her yaz televizyonda bu dizi tekrar yayınlanır. (Yazın geldiği buradan anlaşılır.) Türk halkı... İki, üç tane dizi var bu şekilde yayınlanan. Bu bir de görece, bir romandan da uyarlandığı için çok popülerdir ve izlemeyen yoktur diye düşünüyorum.
Roman olarak da popülerdi dizi olarak yani popülerliğini herhalde arşa çıkarmıştır diyebiliriz.
Ve Türkiye'nin ahlak algısını biraz bozan, belli kalıpları bize sorgulatan, (Evet.) "Acaba?" falan dedirten, "Ne düşünmeliyiz bilemiyoruz." hissi yaratan bir dizi. Paylaşmak ister misin bu diziyi bizimle?
Tabii ki. Ben hiçbir zaman baştan sona izlemedim bu arada ama... (Yalandır bu.) O kadar çok konuşuluyor ki, o kadar çok internette videoları dönüyor ki artık yani bütün detaylarına hakimim. Yani izlemedim diyemem o yüzden ve bu dizimiz Aşk-ı Memnu.
Evet, bu haftanın önerisi olarak Aşk-ı Memnu'yu seçtik. Hani ben de baştan sona oturup hiç izlemedim tekrardan ama başını da, sonunu da, ortasını da, içindeki karakterlerin en önemli anlarını da ezberden bilirim. Çünkü birincisi Twitter'da çok goygoyu dönen, çok muhabbeti dönen bir dizidir. Bunun yanı sıra da çok ikonik anları var yani. Herkes o karakterleri içselleştirdi bir noktada diye düşünüyorum. Beren Saat'in oynadığı rol de, Kıvanç Tatlıtuğ'un oynadığı rol de, Selçuk Yöntem'in oynadığı rol de, herkesin kafasında artık o insanla, o karakterle eşleşmişti bence.
Bu dizi ile alakalı çok ilginç bir durum var. Yani toplumumuzun ahlak ölçümlerine göre aslında çok ahlaksız olan bazı insanlar, şimdi spoiler vermeyeyim, normalde diğer dizilerde mesela gerçek hayatta da sevilmez pek. Örneğin Erkan Petekkaya. İşte bu "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizisinde oynadığı rolden dolayı gerçekte de hiç sevilmiyor. Ya da bu örnekler çoğaltılabilir. Ama bu dizideki ahlaki açıdan, toplumun normlarına göre yani, ahlaki açıdan yozlaşmış insanlar yine de seviliyor. Bence bu çok ilginç bir durum. Yani artık oyunculukları çok iyi yaptıkları için mi... Yani bence bu çok ilginç bir durum. Hiç sevmeyen var mı o oyuncuları?
Ya bunu biraz şöyle tartışmak da istiyorum. Çok da uzatmak niyetinde değilim ama... O kadar hoş görünümlü iki insan ki bu eylemi gerçekleştirenler... (Evet.) Kıvanç Tatlıtuğ Türkiye'nin en yakışıklı adamı diyebileceğin direkt böyle... (Nasıl sevmeyebilirsin ki?) Evet, hani ya da Beren Saat o dönemin böyle çok güzel bir kadınıdır yani. Hep olay olmuştur falan. O kadar böyle yakışan bir çiftti ki diyeyim dizi yayınlandığı dönemde... (Pozitif ayrımcılık var mı diyorsun?) Evet, biraz şey olmuştu bence yani... Zaten "Selçuk Yöntem gibi orta yaşlı biriyle olacağına Behlül'le yani Kıvanç Tatlıtuğ'la olsun kardeşim!" falan diye düşünen de içten içe olmuştur. Bir romandan uyarlanıp, bir de hani yazıldığı dönem içerisindeki tarihi zamanda geçmeyip yayınlandığı döneme uyarlanmış da bir dizi ya. Atıyorum cep telefonlarıydı vesaireydi hani... O dönemin şartlarında, o dönemin settinginde geçiyordu dizi. Bayağı mesela şeydi, insanların her hafta oturup merakla beklediği bir sonraki bölümü izlemek istediği bir diziydi. Bayağı Türk kültürüne etkisi olduğunu düşünüyorum bu dizinin. (Kesinlikle.) Bizim gibi baştan sona belki izlemeyen insan sayısı da çoktur ama herkes Aşk-ı Memnu'da ne olduğunu, nasıl başladığını ve nasıl bittiğini bilir. (Aynen öyle.) Hatta Twitter'da bir karakter vardı. Daha doğrusu bir Twitter profili vardı. Karakterlerden birinin mezar taşını evine götürmüştü mesela. Yıllar sonra o tweet patlamıştı, onu anımsıyorum. On binlerce like almıştı böyle. Böyle şey... Hediyelik eşyalar da çıkaran bir diziydi. Hani gerçekten ikonikti yani.
Aynen. Ya bizim toplumumuzda bu izlenilen dizilerden etkilenme durumu çok fazla var. Mesela Kurtlar Vadisi'nde işte Çakır karakteri ölünce insanlar ciddi manada gittiler ve cenaze namazı kaldılar. Hani böyle bir şey hala ve her sene adına lokma dağıtılıyor, yine cenaze namazı kılanlar oluyor falan... Toplumumuz o açıdan da ilginç bence. Böyle o duyguları doruklarda, zirvelerde yaşıyorlar.
Evet, evet. Kesinlikle. Ve mesela Aşk-ı Memnu'da çok böyle büyük bir entrika dönerken böyle hani insanların, gizemli de bir yanı vardı ya hani merak ettiği... Acaba ne olacak önümüzdeki hafta dediği şeylerdi. Ben ahlaki bir ikilem yaşadı tüm Türkiye diyorum ya... " Acaba doğru mu yanlış mı ya bu?" falan diye düşünürken orada gerçekten hem bir romandan da uyarlanmasının etkisi olarak insanlara şeyin hissettirildiğini düşünüyorum senaristler tarafından, "Bakın siz bunu yargılayacaksınız normalde dışarıdan ama... İşin iç yüzü de bu." (Evet.) Bu hissi o kadar iyi verdi ki hakikaten herkes bir durup "Acaba doğru mu yanlış mı bu hareket?" diye düşündü.
Hak veren insanlar oldu yani.
Evet, evet. Yani o dönem bayağı büyük bir olay olmuştu. Şimdi de belki 15 sene, çok uzun bir süre önce yayınlanmış olmasına rağmen herkesin aklındadır yani Aşk-ı Memnu. Çok ilginç bir vaka.
İşte hala her sene yaz başladığında belli kanallarda oynamaya başlıyor. İnsanlar yazın geldiğini oradan anlıyorlar. Aşk-ı Memnu başladıysa yaz gelmiştir falan... Ve çok ciddi manada da izlenen bir dizi hala. Hem YouTube da olsun hem de yayınlanan kanallarda olsun hala izleniyor.
Ya şöyle... Sadece Aşk-ı Memnu değil. Bunu da özellikle belirtmek istiyorum. "Doktorlar" dizisinin de varlığı mesela yazın geldiğinin, "Evet ya bu mevsimdeyiz artık. Haziran olmuş." falan demesinin sebeplerinden biridir ama... Niye mesela Doktorlar'ı değil Aşk-ı Memnu'yu seçtik? Doktorlar'ın başı, sonu yok. Doktorlar ezeli ve ebedi bir şey. Doktorlar hep vardı ve var olmaya devam edecek. Aşk-ı Memnu'nun en azından bir başı ve bir sonu var diye özellikle ben bu tercihimize mutlu oldum açıkçası. (Evet.) Çünkü Doktorlar da, dediğim gibi, bilmem kaç yüz tane bölümü var. (Bir hastanede ne kadar olay olabilir?) Evet yani. Ve ben Doktorlar'ı da izlemişimdir defalarca kez. Ama bilmiyorum başında, sonunda ne oluyor? Tam olarak ne yaşanıyor bilmiyorum. (Ve niye oluyor?) Aşk-ı Memnu'da öyle değildi.
Aşk-ı Memnu uzatmadan... Başı var, sonu var. Belli bir seviyede devam ediyor ve bitiyor. (Evet.) Evet, dizi tavsiyemizi de bitirdik. Bundan sonraki bölümlerden itibaren artık soru ve cevap kısmını yapmaya başlayacağız. Ama bu günlük bu kadar. Bizi dinlediğiniz için çok teşekkür ederiz.
Evet, çok teşekkürler bizi dinlediğiniz için. Ve özellikle bunu tekrar vurgulamak istiyorum. Geri dönüşleriniz, sorularınız, bizden duymak istedikleriniz ya da üzerine konuşmak istedikleriniz varsa, üzerine konuşmamızı istediğiniz şeyler varsa lütfen bize yorum olarak, e-mail olarak ya da sosyal medya hesaplarımızdan ulaşın. Biz bunun interaktif bir şey olmasını çok istiyoruz. Sadece biz böyle fikrimizi anlatıyoruz ve meramımız bu kadar demek istemiyoruz. Bu genişleyen, bizim de sizle sohbet ettiğimiz bir şey olsun istiyoruz. O yüzden lütfen bize ulaşın. Sormak istediklerinizi sorun. Geri dönüşlerinizi bizimle paylaşın.
Ayrıca easyturkish.fm adresi üzerinden bize sesli olarak da mesaj gönderebiliyorsunuz. Sorularınızı o şekilde de iletebilirsiniz.
Aa çok iyi olmaz mı şimdi böyle bir ses kaydı girseydi de... (Aynen.) Biri bir soru sormuş olsaydı falan. Lütfen yapın bunu.
Aynen. Evet, bu haftalık bizden bu kadar. Bir sonraki haftada görüşmek üzere!
Görüşmek üzere! (Hoşça kalın.) Hoşça kalın!